3 Ocak 2009 Cumartesi

Binlerce dansöz var!

Efendim hepimizin malumu, Kürtçe yayın yapacak olan yeni devlet kanalımız TRT 6 (Şeş) yeni yıl itibariyle yayınına başladı. Derdim bu konu etrafında dönen siyasal tartışmaları buraya taşımak değil. Seçim yatırımı olduğunu ve kalıcı bir politika açılımını beraberinde getirmeyeceğini bilsem de ben bu girişimi özgürlüklerin genişlemesi ve Kürt sorununa yapıcı bir çözüm olarak destekliyorum. İsteyen elbette istediği gibi düşünmekte özgürdür, elbette başkalarını anlamaya çalışarak, yargılamadan ve vatan haini ilan etmeden. 

Bence TRT 6'nın açılmasıyla ilgili olarak en güzel yorum Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'dan geldi: “Geçmiş yıllarda bu talepleri dile getirdikleri için gereksiz acılar çeken Mehmet Uzun’u, Ahmet Kaya’yı, Ahmet Arif’i hüzünle hatırlıyorum. Haksızlıklar yaşadı bazı insanlar... Bunları da hüzünle hatırlıyorum. Bu girişim daha önceki yıllarda olsaydı, gereksiz bazı tartışmaları yaşamamış, bazı sancıları çekmemiş olurduk. Ama yanlışın neresinden dönülürse kardır”. 

Ahmet Arif'i erken gençliğimde tanıdım. Tek bir şiir kitabı bırakıp da bir memleketin ruhunu bu kadar güzel anlatmak... Mehmet Uzun'u tanımam üniversite zamanlarıma denk geldi. Ama aralarında en çok iz bırakan Ahmet Kaya oldu. Evimizde, arabada sıkça dinlenirdi Ahmet Kaya. Hatta ortaokul yıllarıma denk gelen 1998 tarihli 'Dosta Düşmana Karşı' (hayattayken çıkardığı son albümmüş) albümü vardır ki neredeyse ezbere bilirim bütün şarkıları. 

Sonra birşeyler oldu, Ahmet Kaya apansız yurdu terketti. Fransa'ya gitti dediler, 'vatan haini', 'bölücü' dediler. Hayal meyal hatırlıyorum yaşananları, pek de anlamlandıramadan. Ancak bir sahne var ki hiç aklımdan çıkmaz. 1999 yılı Magazin Gazetecileri Derneği'nin yemeğine katılan Ahmet Kaya'ya yapılan linç girişimi. Sonradan meseleyi biraz araştırınca, sonraki olayların fitilinin de bu gecede yakıldığı anlaşılıyor. Geceden çocuk aklımla belleğimde kalanlar: Ahmet Kaya'yı önce yuhlamaya başlayan bir kitle Ercan Saatçi, Ayna grubu üyeleri ve başka magazin ünlüleriyle alenen linçe yelteniyor. Mehmet Aslantuğ'un Ahmet Kaya'nın yanında yer aldığını ve onu korumaya çalıştığını hatırlıyorum. Gecenin devamında Serdar Ortaç'ın sahneye fırlayıp, 'bu vatan bizim' gibi bişiler zırvalayıp Onuncu Yıl Marşı'nı okumaya başlamasına tanık oluyorum. Kalabalık arasında Ahmet Kaya güçlükle salonu terkediyor. 

Toplumsal belleğimiz zayıf. Bu olayı anlattığım arkadaşlarımın çoğu -benzer yaşlarda olsak bile- olayı hatırlamıyor (olayları yeniden hatırlamak isteyenler için bu belgesel faydalı olabilir). Başka şeyleri de hatırlamıyoruz ne yazık ki. Mesela, o gece 'vatansever' kimliğiyle başrolde olan Serdar Ortaç'ın aynı yıllarda askerden kaçmak için her türlü yolu denediğini ve bu nedenle yargılanıp ceza aldığını. Herhalde kumar ve kokain partilerini askerde tertip etmek zor olacaktı, vatansever evlat!

Bu gecenin başrolüne soyunan isimlerden sadece Ahmet Kaya aramızda değil. Ercan güzel yere postu serdi: Kaptanın kızını düdüklüyor (bkz. Türk basınının amiral gemisi). Ayna grubunun bütün yeteneksizliğine ve sağdan soldan arak parçalarına rağmen on yıldan uzun süre ekranları işgal etmesi büyük başarı. Ve elbette Türk popunun taçsız prensi Serdar Ortaç... Abi ben sana hiçbir şey demiyorum. Sen zaten yıllar önce ilk albümündeki şarkınla kendini ve 'sanatçı duruşunu' ortaya koymuş yüce bir şahsiyetsin (bkz. ben adam olmam).

Sonra haberi geldi. Ahmet Kaya öldü dediler. Erken yaşta. Daha söyleyecek sözü varken. "Bize kir, bize pas bize tortusu kaldı; Dostlar tükenip düştüler; Yok olma telaşı kaldı". 

Bize Serdar kaldı. Binlerce dansöz var değil mi, Serdar?

2 yorum:

Adsız dedi ki...

10 numara bir yazı olmuş, soluksuz okudum. Böyle yazılara devam et derim.

Discobelle. dedi ki...

şimdilerde ''kürt açılımı'' adı altında atılan bu adımların ne kadar da demokratik ve olunmlu olduğunu görebilen insanları gördükçe gülümsüyor-ve seviniyorum.