12 Ekim 2008 Pazar

Filmekimi Isarıtah

Bu seneki Filmekimi biraz güme gitti. Her sene bizi motive eden kişi Sarper olurdu, çoğunlukla biletleri almak için çaba sarfeden de. Bu sene onun çalışmaya başlaması ve biletlerin satışa çıktığı günün perşembe olması bizi zorla da olsa Biletix'e mahkum etti. Biletix'e bir sürü para bayılmamızın yanında istediğimiz filmlerin birçoğuna da bilet bulamadık. Ben üç filme bilet aldım.

Cuma saat 13.30, konferanstan çıktıktan sonra, 'Standard Operating Procedure' adlı belgesel filme tek başıma gittim. Son zamanlarda belgesel formatı biraz sıkıcı gelmeye başlasa da konu ilgimi çekmişti. Amerikalı işgal kuvvetlerinin Ebu Garip hapishanesindeki taciz ve işkencelerini konu alan bu belgesel doğrudan bu fiili işlemiş ve ceza almış askeri personelle yapılan görüşmelerden ve onların çektiği fotoğraflardan oluşuyordu. Vahşet ve insalık dışı muamaleyi anlatmayacağım, eminim hepinizin fikri vardır. Asıl iletilmeye çalışılan mesaj aslında yapılan birçok eylemin SOP (standard operating procedure) olması yani bu alt düzey askeri görevlilerin bunu emir dahilinde yapması ya da en azından buna göz yumulmasıydı. Elbette, bu soruşturmadan sonra ceza alan en üst düzeyli subayın teğmen olması da size her zaman her yerde işlerin nasıl yürüdüğünü bir kez daha hatırlatacaktır. Film biraz uzun olmasının dışında güzeldi.

Gece 12'de ise merakla beklediğim Woody Allen'ın son filmi 'Vicky Christina Barcelona'yı izleme fırsatı buldum. Belki en iyi WA filmi değildi ama son derece eğlenceli ve her zamanki WA tarzıyla kadın-erkek ilişkilerini sorguluyordu -bu sefer Manhattan sınırlarının dışına çıkarak. Filmden sonra filmi beğenmeyen Sarper'le Bambi'de birşeyler tıkınırken filmdeki teknik hataları konuştuk. Daha doğrusu o anlattı ben de dinledim. İzlerken pek de teknik konulara dikkat etmemiştim, pişman olduğumu söyleyemeyeceğim.

Masallardaki gibi uyudum uyandım ve festivaldeki son filmimi izlemek üzere 10.27'de evden çıktım. Cumartesi sabahı sokaklar sessizdi ama otobüs beklememe fırsat vermeden geliverdi. Festivale gittikleri her hallerinden belli olan bir çiftin ön koltuğuna oturdum. Biraz sonra arkadaki kız derin bir naftalin kokusunu farkettiğini belirtti. Yanındaki arkadaşı kendinden gelmiş olabileceğini belirterek ceplerini yoklarını. Yanılıyordu, koku buram buram benden geliyordu. Kışlıkları yeni çıkaran annemin montumu havalandırmasına ya da yıkamasına izin vermeden üzerine geçiriveren benden. Dün akşam Sarper de bu durumdan huysuz bir şekilde şikayetlenip durmuştu zaten.

Otobüs hızlıca yol alırken ben de erken gittiğimde nerede beklesem diye düşünüyordum, düşünmez olaydım. Çırağan'ı geçip Beşiktaş'a yaklaştığımızda anlamsız bir trafikle karşılaştık. Polis yolu kesmişti ve bir adım bile ilerleyemiyorduk. Bu sırada Sarper'den mesaj geldi, trafik ilerlemiyordu, o da Zincilikuyu tarafında kalmıştı.

Ben Taksim'e geldiğimde saat 11'di, sinemaya vardığımda ise 5 dakika geçmişti ama hala şansım vardı- elbette biletlerim yanımda olsaydı. Hem benden daha dikkatli hem de çantası olduğu için dün gece biletleri Sarper'e vermiştim. Sarper geldiğinde saat 11'i 20 geçiyordu. Arada geçen 15 dakika ise bir hayli hareketli geçmişti. Elbette o beklenmedik trafikte geç kalan sadece bizler değil onlarca kişiydi ve bilet alıp yollara düştükleri 'Zamanın Külleri'ni görmek istiyorlardı. Kavga, bağırış, çağırışlar arasında benim en çok dikkatimi çeken kendinden bir 30 santim ve 40 kilo fazla olan görevliyi iterek filme giren bir kadın oldu. Bu sanat aşkıyla bu memleketin sırtı yere gelmez dedim.

Filmekimi benim için cumartesi sabahın o saatinde son bulmuş oldu. Sanatsever festival seyircisine göz kırparak selam edelim buradan.

Hiç yorum yok: