4 Ekim 2008 Cumartesi

Ben bittim Nihat!

Bu gece çok yağmur yağdı İstanbul'a. Aksi gibi yağmura dışarıda yakalandım. Gecenin ikisinde İstiklal'de, bizim 7 kişilik grubumuzun haricinde, yağmur dinsin diye bekleyenlerden başka pek kimse yoktu. Epeydir yağmurla kurduğum ilişki, kendisini pencere camından izlemek olduğu için bu fazla yakınlaşma beni rahatsız etti açıkçası. Yine de bu duruma aldırmayıp bir köşeye sığınmış olan midyeciden sayısını hatırlamadığım kadar midye yedik. Yağmur yağmaya devam etti.

2.30 Taksim-Sarıyer otobüsüne bindiğimde de yağmur yağmaya devam ediyordu. Bir süre bekledikten sonra otobüs yol almaya başladı. Ben arka kapının hemen önündeki arka tarafa bakan koltuklara oturmuştum. Yolculuğun ilk dakikaları karşıma oturan amcayı nereden tanıdığımı düşünmekle geçti. Adamın suratına o kadar aleni bakmış olmalıyım ki adam da rahatsız oldu. Olabilecek bütün ihtimalleri aklımdan geçirdim. Siteden değildi, okulda da görsem hatırlardım. Ortaköy; ıııh... Yanındaki arkadaşıyla yaptığı yağmurda masaları taşımanın zor oluşuna dair muhabbet kafamda bir şimşek çakmasına yol açtı. Adam Sanat'ın şef garsonuydu. Daha çok yaz akşamlarında teras katında görürdüm. 50-55 yaşlarında, benim boylarımda ve sevimli bir adamcağız. 

Taksim civarında daha çok restoran, bar, cafe gibi mekanlarda çalışan personelle -birkaç polis ve akşamcı da vardı- yolculuğum devam ederken Sanat günlerim aklıma geldi. Bu da 'sanat hayatım' gibi oldu ama neyse bunu bir kenara bırakalım. Şaka bir yana, Nevizade Sokak'ta bulunan Sanat Restoran bir dönemler müdavimi sayılabileceğim bir mekandı. Öyleki babamın da bulunduğu kalabalık bir grupla Nevizade'de dolanır iken, kapıda müşteri çekmeye çalışan garsonun babama standart müşteri muamelesi yapıp beni gördükten sonra hürmetle selamlayarak içeri davet etmesi vardır ki şu dünyada böyle bir anı herkesin yaşamasını dilerim. Bu gibi şeyler aklımdan geçerken şef garson Hacı Osman durağında otobüsten indi.

Otobüs, hızını arttıran yağmuru pek de umursamadan, Hacı Osman Bayırı'ndan salınarak sahil yoluna koyuldu. Artık bu akşam sefalarından eskisi kadar keyif almadığımı farkettim. Asmalımescit'te geçen bu gece de kendimi biraz daha yabancı gibi hissettim. İnsanlar iş kuruyor, batırıyor, çıkıyor falan filan. Benim tek istediğim emekli olup panjurlu bir evde oturmak galiba. Ya da bu hayatta ne yapmalıyım, ne olmalıyım muhabbetlerinden sıkılmaya başladım. Bunalıma sürüklenmek üzereyken imdadıma mükemmel başkan Yusuf Tülün'ün -ki kendisi Sarıyer güzellik kraliçesi olur- belediyesinin merkezi Sarıyer semtine varmış olduk. Otobüsten iner inmez boğazın sert rüzgarları boynumu sertçe yokladı. Beynime giden temiz havayla birlikte zihnim açıldı ve gözlerim yolda bekleyen taksi aramaya başladı. Yolda benden ve kedilerden başka pek bir canlı yoktu. Ayaklarımı sürüye sürüye taksi durağına yürüdüm. Bu saatte olmazdı ama 'ya tutarsa' mantığıyla gündüz tarifesi açıp açmayacağını sordum. Kabul etmedi ben de seve seve bindim. 

Uykum yoktu. Sırf bu nedenle Sarper'in geceyi evinde geçirme teklifini de reddetmiştim. Rutin işlerimi hallettikten sonra aklımda ne zamandır yapmayı planlayıp sürekli unuttuğum şeyi hatırladım. Abuk gelebilir ama Şevket Altuğ'un şu aralar ne yaptığını deli gibi merak ediyordum. Kendisini en son Fatih Türkmenoğlu'nun hazırladığı Sahil Günlüğü programında, yazlığında torunlarına bakarken görmüştüm. Marmaris-Datça taraflarında olmalı. Yarısını yakalayabildiğim sohbet boyunca Altuğ, bir nevi inzivaya çekildiğini ve ailesiyle mutlu olduğunu  söylemişti. Programın tamamını izledikten sonra Ekşi Sözlük'teki yorumları da okudum. Elbette konu dönüp dolaşıp Süper Baba'ya geldi. Sanırım iki saattir Youtube'da bu dizinin farklı bölümlerini izleyip duruyorum. 

Şimdi de Yeni Türkü'ye geçiş yapıyorum. Sonrasında da biraz Ezginin Günlüğü'yle sanırım geceyi noktalandırıp yeni günü karşılamanın zamanı. Arabam yanımda olsa bu saatte hiç kimsecikler yokken Kanlıca, Kuzguncuk ve Çengelköy yapardım herhalde. Çay bahçesini yeni açan amcadan çay isterdim, gazeteler yeni geldiği için ekleri olmadan birkaç tanesini almak zorunda kalırdım. Çok istersem Beykoz'a kadar bile giderdim.

Ben bittim Nihat...   

Hiç yorum yok: