4 Ekim 2008 Cumartesi

hayatıma giremeyen kadınlar (bölüm 2)

Bir türlü başına oturup da devamını getiremedim. Biraz iş-güç biraz da çekindim galiba. İlk yazıda bahsettiğim üç 'kadın' ya hayatımda yoklar, ya da öylece duruyorlar bir yerlerde. Oysaki ikinci bölüme sakladığım üç kadın hala arkadaşlığımı sürdürdüğüm, en azından feysbuk'ta bağlantım olan insanlar. Madem siz istediniz -ki bu yazının neden devamını yazmadığımı ya da ne zaman yazacağımı soran insanlar oldu- yazıyorum. Ama psikopat sevgililerle falan uğraşacak yaşları çoktan geçmiş olduğumu düşünerek izninizle sadece adlarının baş harfleriyle hitap edeceğim onlara. 

İlkokulu Ankara'da bitirdiğim yaz İstanbul'a taşındık. Benim de kaydım evimize yakın olan Nişantaşı Anadolu Lisesi'ne yapıldı. İlk zamanlar çok bocaladığımı, İstanbul'a pek de ısınamadığımı bugünden bakınca daha net görüyorum. İllaki görüp etkilendiğim kişiler olmuştur ama geceler boyu uykularımı kaçıran platonik aşkım ortaokul yıllarında tanıştığım Z idi. Aynı servisle gidip geliyorduk. Yakın arkadaş olmuştuk, servis yolculuğu boyunca epey gülüp eğlenirdik. Eve gidince işin acılı kısmı başlıyordu ama. O kadar kaptırmıştım ki kendimi geceleri uyuyamıyor, derslerimi umursamıyor -örneğin matematikten 100 üzerinden 9 alacak kadar- ve genel olarak depresif takılıyordum. Sürekli okumanın ve edebiyatla uğraşmanın verdiği duygusallıkla ilk aşk şiirimi bile yazmıştım -ilk şiirim ilkokulda ödev amaçlı yazlığım bir şiirdi, sanırım çam ormanlarıyla ilgiliydi. Hatırladığım kadarıyla sürekli tekrarlanan kısmı şöyleydi: 'sarı sarı botları geliyor gözlerimin önüne; ışıl ışıldılar; karanlıkta parlıyorlardı..." Bu dizeler intihar eden bir adamın gözlerinin önüne gelen imgeleri anlatıyordu. Tabii bugünden bakınca sarı 'Caterpillar' botların 90'lar gençliğini anlatmasına mı sevineyim yoksa işi bu kadar abartıp depresif şiirler yazmama mı üzeleyim tam kestiremiyorum. 

Aşkıma karşılık alamadığım için Z de hayatıma giremeyen kadınlar listesine esastan dahil oldu. Ama bu sefer en azından açılmayı başarmıştım, telefonda olsa bile. Sonra unutuldu, hayat devam etti. Yıllar sonra -yaklaşık 8 yıl- Z'yi bizim okulun Lale gününde gördüm-neden bizim okulun pilav ya da talaş böreği günü olmadığını hep merak etmişimdir, sanırım cimriliklerinden, nasıl olsa lale yenilebilir birşey değil. Z'yi Lale gününde görmem elbette ilginç değildi ama ilginç olan çocukluk arkadaşım ve iki yan apartmanımızda oturan C-ki kendisi başka okuldandır- ile birlikte olduklarını farketmem oldu. Bu durum beni baya sevindirdi aslında. C'yi de Z'yi de severdim. Zaten sonrasında biryerlere gidip lafladık, eski günlerden konuştuk. C ve Z uzun süre çıktılar. Ben evleneceklerini düşünüyordum. Hatta C ile ne zaman karşılaşsak Z'ye selam gönderirdim. Yalnız son karşılaşmamızda -ki yine selam gönderdim- sanırım selamım yerine ulaşmadı. Feysbuk sağolsun C ve Z'nin ayrılık haberi bize de ulaştı hatta Z'nin yeni erkek arkadaşıyla boy boy resimleri sürekli anasayfamda belirir. Kendi adıma değil -banane ya- ama C adına üzülür dururum. 

Sağolsun bizim servis Kibele gibi bereketli olduğu için bana ortaokul/lise yıllarımın ikinci aşkını da bahşetti. Öncekine benzer şekilde bol bol eğleniyorduk servis yolculuğumuz boyunca. D benden bir devre küçüktü. Sevimliydi, güzeldi ve akıllıydı. Hala öyle -bu iki kelimelik cümle bana pahalıya patlayacak ama yazmadan edemedim. Sanırım önceki aşkın tecrübesiyle o kadar da depresif yaşamadım bu aşkı ve yine sanırım karşılık da aldım ama talihsizlik işte ya da daha doğrusu benim mallığım. İzin verin anlatayım.

Servisle eve döndüğümüz sıradan günlerden biriydi. D anneannesine uğramak için Ortaköy'de benimle inmişti. Kendisi Bebek'te oturur, ara ara anneannesine de gittiği oluyordu. Soğuk ve hafif yağmurlu bir günde beraber Ortaköy'de indik. Hemen evlerimize gitmek yerine sahile gitmeyi tercih etmiş olmalıyız. Banklardan birine aramıza fiziksel bir mesafe koymaya dikkat ederek oturduk. Biraz önce deli gibi geyik yaptığımız halde konuşacak pek birşey bulamamıştık. D resimle ilgileniyordu. Defterini çıkardı ve elimi çizmeye başladı. Ben de D için şiir yazmaya başladım. Bugünden bakınca romantik mi yoksa absürd bir sahne mi olduğuna karar veremiyorum bir türlü. İkimiz de birşeyler karaladıktan sonra bir şarapçı yanımıza yaklaştı. Adını hiç unutmuyorum- Yücel. Sanırım 'Y' blogumu okuyup peşime düşmez- paranoyanın bu kadarı. Yücel yanımıza gelip birşeyler geveledi. Bir ara defteri elimizden alıp 'en büyük Atatürk' yazdı sonra da bize nasihat etti: 'siz böyle geziyorsunuz ama yaşınız küçük" gibilerinden. İkimizin de yüzünün kızardığını ve saf bir şekilde 'öyle' olmadığımızı anlatmaya çalıştığımızı hatırlıyorum. Utanmıştık, belki de ikimizin de söyleyemediğini adam pat diye söyleyivermişti. 

Yücel yanımızdan uzaklaştı. Biz sessiz kalmaya devam ettik. Ben sessiz kalmaya devam ettim ve ayaklarım üşüyordu. Havaya pek de bakmadan ince giyinmiş bir de botlarım yerine daha yazlık bir ayakkabı tercih etmiştim. Bildiğin üşüyordum. Söylemedim, hiçbir şey söylemedim. Anneannesinin evine giden sokağa kadar birlikte yürüdük. Yol ayrımına geldiğimizde de son şansımı kaçırmıştım. 

Belki de yanılıyorum ama ben karşılıklı birşeyler olduğunu düşündüm ve biraz da salak olduğumu. D'yi uzun süredir görmedim. Feysbuk'tan öğrendiğime göre kendinden yaşça büyük biriyle beraber, mutlu görünüyorlar. Aslında önceki yaz gördüm onu. Otobüste bir aylık sakalım ve birbirine girmiş uzun saçlarımla karşısına çıkmak istemedim. Bu halim bana Ekşi Sözlük'te peder zickler'in 'bim'de eski sevgiliyle karşılaşmak' başlıklı mükemmel entry'sini hatırlattı-size de okumanızı tavsiye ederim. D ise güzeldi, baya güzeldi. Hayatıma girse daha mutlu bir adam olur muydum bilmiyorum ama farklı olacağım kesin.

Hayatımda karşılaştığım tek yol ayrımı D'nin anneannesi ile bizim evi ayıran yol ayrımı değildi elbet. D de unutulmuştu. Zaten D ortaokuldan sonra Alman Lisesi'ne gitmişti-gözden ırak gönülden ırak. Lise 2'de dersanenin de başlamasıyla yeni bir sosyal çevreye girdim. Dersanaede dikkatimi çeken ve yakınlaştığım kişi A idi. Kendisiyle sadece birgün aynı sınıfta bulunmuş ama arkadaşlığımızı sürdürmüştük -bu olay da benim TM'ci olup fen sınıfında okumak istememden kaynaklandı. Zamanla arkadaşlığımız ve benim platonik aşkım ilerledi. Arkadaşlığımız o kadar ilerlemişti ki A bana hoşlandığı çocuğu anlatmaya başlamıştı -bu noktadan sonra ruh halimi dünya üzerinde hangi dram ya da trajedi anlatır bilemiyorum. Buna benzer bir konunun konuşulduğu bir ICQ -sahi ICQ vardı ne oldu ona- muhabbettinde kendimi tutamadığımı ve aşkımı itiraf ettiğim hatırlıyorum. Saatlerce ağladığımı gizlemeyecek kadar da olgunlaştım galiba. 

A hayatıma ne girdi ne tam olarak çıktı. Saatlerce telefonda konuştuğumuzu hatırlıyorum. Sanırım onu saplantı haline getirmiştim. Bu durumdan kurtulmak için hayatımın en doğru kararlarından birini verdim. Lise son sınıfta aynı dersaneye devam etmeyecektim hatta Beşiktaş'ta herhangi bir dersaneye gitmeyecektim. Ortaköy'de oturmama rağmen Kadıköy Değişim'e gitmeye karar verdim. Şansım o ki, hayatımda en sevdiğim arkadaşlarımın bazılarıyla da orada tanıştım. Güzel bir seneydi, eğlenerek ve gayet başarılı bir şekilde ÖSS senesini atlattım. A saplantısı gizli gizli devam etti. Sanırım A daha kalıcı bir iz bıraktı bende, sevdiğim kadın tipini -fiziksel ve karakter özellikleri olarak- tanımladı. Bilmiyorum belki de bu etki hala devam ediyor. Bana zarar vermiş olduğunu düşünsem de severim A'yı, iyi kızdır. 

İki sene önce içimde A'ya karşı hiçbir şey kalmadığını çok net bir şekilde anladım. İki yaz önce A'yla buluştuk. İzmir'den yeni dönmüştüm, valizimi boşaltırken telefonum çaldı. A'yla Ortaköy'de sanırım iki saat kadar konuştuk. Daha çok o konuştu. Sürekli yaptıklarından, yapacaklarından bahsetti. Ben konuşmayı severim, hatta bazen çok konuştuğum bile söylenebilir ama o gün A'yı nasıl bu kadar saplantıyla sevdiğimi iliklerime kadar sorguladım. Ertesi gün sahil boyunca evlerine kadar yürüdüm -İstinye'ye kadar üşenmeden. Bitti diye bağırdım dalgalara karşı. Bitmişti gerçekten. Yeni bir ilişkiye başlamıştım, mutluydum, değer veriyordum. 

Bir dönem de böyle kapandı. A şimdi İngiltere'de deniz hukuku master'ı yapıyor. Aşk-meşk hayatı ne alemde bilemiyorum ama en son 'in a relationship'di sanırım medeni hali. 

Elbette bu serinin sonu gelmez, en azından zorlarsak bir üçüncüsü çıkar ama döte girebileceği için burada noktalamakta fayda var. O kadar da cesur olmak iyi değil arkadaş. Neyse şöyle bitirelim o zaman:

Bizi arada üzerler 'ama arkadaşlar iyidir'...

2 yorum:

emre dedi ki...

'Facebook asosyalliği'tespitin hoş olmuş. Bakıyorum da mekan mekan gezip yeni tatlar arıyorsunuz- bloglarda baya sosyalsin şekerim:)

Şaka bi yana dün gece Süper Baba'yı izlerken "İpek'in gidişi" adlı damar bölümde aklıma geldin, özlemişim. Görüşme zamanı geldi mi, ne?

emre dedi ki...

sarper bazen yoğun oluyor, haftasonları da çalışıyor. ben koç'ta olduğum için şehrin bu tarafına daha çok haftasonları geliyorum. haberleşelim...